722 Sistemi Majikal Eğitim
Pozitif Enerji Eğitimi
Astroloji Eğitimi
DANIŞMANLIK
SİTEYE ÜYE OLUN
Güncellemeleri hemen haber alın,
üyelere özel sayfalara girin.
ÜYE GİRİŞİ

BU SAYFAYI PAYLAŞIN! >>

Majikal Eğitim Alın | Eğitimin Programını İnceleyin

JANUS'A SORUNUZU İLETİN!

RUHSAL SORUNLAR

SORULAR ANA SAYFA
Maji | Pozitif/Negatif Enerji | Kuantum ve Bilim | Ezoterizm | Ruhsal Sorunlar | Reenkarnasyon/Ölüm Ötesi/Rüyalar | Astroloji | Fal/Tarot
Müslümanlık | Çeşitli İnançlar | Yaşam ve İlişkiler | Özel İlişkiler | Janus

TÜM RUHSAL SORUNLAR HAKKINDAKİ SORULAR

Psikologlar ve Psikoterapi/Analiz hakkındaki görüşlerimiz, ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR >> Temel İnançlarımız linkinde yer alan
“Psiko-terapi ve psiko-analiz hakkında” ve “Psikologlar hakkında” başlıkları altındadır.

8 Nisan 2020
Delilik, çılgınlık ve ezoterizm

Merhabalar. Timarhaneye kapatilan, bilinci yerinde olmayan, akli dengesini yitirmis kisilere.. ezoterizm açisindan bakarsak ne görürüz?

Bahsettigim haldeki birinin gözlerini okudunuz mu daha önce? Okudunuz ise, onu normal bir insandan farkli kilan neler gördünüz?
--
Kisacasi sizlerin perspektifinde delilige bakis açisini ögrenmek istiyorum izniniz olursa. Iyi günler.

YANIT

Eski öğrencime merhabalar!

Özellikle “ruh hastalığı”, bilinçaltı ve standart psikolojiye (sübjektif etkilenmeden uzak, determinist nöron sinyalleşmesine dayalı, Freud çıkışlı bilinç teorilerine) yakın olmadığımızı biliyorsunuz.1 Ancak delilik olarak adlandırılabilecek farklı bir durum olduğunu da kabul etmekteyiz. Psikozlar ciddi rahatsızlıklardır ve uzmanların alanlarıdırlar. Yanıtım, konuya bir okültistin -okült teoriler bazında- bakışından öte değerde değildir.

İki farklı akıl hastasının göz enerjisine bakma imkanım oldu; ikisinde de gördüğüm duygu dehşet, yani yoğun bir korku idi.

Bizlere göre korku bir duygu değil, dinlerde "ifrit" olarak isimlendirilen bir negatif alanın beyine sızması durumu, yani bir çeşit obsesyondur. Eş deyişle, her korku duyan aslında obsesyon altındadır. Kişisel bilinç ile uzak kalınan özgün evrende korku yoktur. (Cümleyi açalım: "Öncel" olarak nitelesek de, hala varlığına sürdürmekte olan, dinlerde "cennetten kovulma” olarak nitelen hatalı seçim ve inançlar ile sekronize olunamayan evrende, cennette, ifrit/korku yoktur.)

Bu sözlerin korkutucu gelmesi hata olur. Alanlar beyne gelirler, giderler, yine gelirler, yine giderler… Kalıcı değildirler. Bu durumu gün içinde biz farkında olmasak da bize saldıran virüslerle çatışarak onları yenen antikorlar ve virüsler arası çarpışmaya benzetebiliriz. Çok kişinin ciğerlerinde yaralar açılabilir (ki, bu durum tüberküloz anlamına gelir), sonra kişi fark etmeden kendiliğinden kapanır. Grip, iş yoğunluğu nedeni ile ya da askerde, "ayakta" ilaçsız atlatılır. Kanser tehlikesi biz hiç hissetmeden binlerce kez yok edilir. Psikolojide “hastalık” diye etiketlenen beyindeki terslikler de böyledir. Onlar sınırları belirlenerek hayata ihraç edilene dek, kendi kendine gelir ve geçerler. Korku adlı obsetörü de bizler böyle kabul ederiz.

Ancak delilik, söz konusu saldırıya kişinin -KENDİ hataları yüzünden- yenilmesi ve obsesyonu bir pozesyona çevirmesidir.

Obsesyonun pozesyona çevrilmesini, psikoloji disiplinini parmağına dolayan ve ona yön veren bazı medya organları da meydana getirmektedir. Eski devirlerde “Ay, üzerime lahave (havale) geldi” sözlerine verilen “çık dışarı biraz açıl” yanıtları ile kolayca dağıtılabilen alanlar,2 medyada sık sık “panik atak” daha kötüsü “panik atak hastası” gibi kalıplarla beyine yerleştirilir, böylece reel bir "hastalığa" dönüşür; geçici bir obsesyon, artık pozesyondur.

Sadece uzmanlar tarafında dokunulması gereken konuları yerli yersiz ortaya atan ataerkil kültürün verdiği zararlar bununla da kalmaz. Çılgınlık adlı, anaerkil paganizmde kutsal sayılan beyin süredurumu, delilikle eş şekle sokulur; insanların çılgınlaşmasının önüne geçilir. Kişiler çılgınlaşmaktan korkmaya başlarlar… Böylece negatif enerjilere (bunlara vampir de denilebilir) bir obsesyon daveti daha yaratılmış olur. Kişinin güçsüz bir anında bu obsesyon da, pozesyona çevrilebilecektir.

İlk Çağ Misterlerinde (yani Eleusis Gizemciliği, Orfizm ve Dionysos ritleri benzeri içerikleri günümüzde bile çözülemeyecek kadar gizli kalmış inançlarda) çılgınlık, tanrıya ulaşmanın yegane yoludur; çünkü ruh ancak böylelikle kendine takılan prangalardan kurtulabilecektir.

Ve hala da çılgınlaşmak, delilik ile aynı olmayan; dahası, taban tabana zıt bir beyin süredurumudur.

Deliliğe giden (üzerinde ilerlenecek) bir yol vardır; yani delilik de bir evrim (negatif evrim diyelim buna) ile gelir. Bilgi sahibi kişiler bu gelişin ayak seslerini deşifre edebilir, düşünce tarzlarını değiştirerek önlem alabilirler.

Söz konusu tehlikeli sonuca doğru atılan ilk adımlarda yenilemeyen, aşılamayan bir korku vardır. Bu korku diğer insanlara yöneliktir genelde… Öfke şeklinde de -kılık değiştirmiş biçimde- görülebilir ve giderek hayata yönelik olmaya başlar. Hayata karşı bir ölçüde tedirginlik az da olsa olağandır; ancak bu tedirginlik yerini korkuya bırakmışsa, insanlara (kimi zaman hayvanlara ya da karşı cinse) karşı nefret ve kine dönüşmüşse, bu kişi tehlike altında olabilir.

Yaşam ve insanlara yönelik korku (ve bunun yan ürünü nefret/öfke), zor yaşamları olan birçok kişide görülebilir. Bu durum gerçek bir nedene (reelde yaşanan geniş çaplı olumsuzluklara) bağlıdır. Korku ve öfkenin deliliğin ayak sesleri olması için hem azalmaması ve artması, hem de geçmişte -aile içi geniş çaplı huzursuzluklar, iş ve/veya sevilenin yitirilmesi, acı verici hastalıklar benzeri- ciddi birkaç travma yaşanMAMIŞ olması gerekir. Yani zorluklarla mücadele sonrası bir çeşit “hayat yorgunu” kişilerde olabilen “yaşamaya ve insanlara karşı duyulan GEÇİCİ korku ve öfke” ile karıştırılmamalıdır. Geçici korku, kişi kendini yaşamdan izole etmemeyi başarırsa zaman içinde kendi olağan gücü (bir çeşit bağışıklık sistemi) ile genelde atlatılır.

Bize göre korku ve öfke hakkında ikinci ciddiye alınması gerekli nokta bu duyguların kişinin elde etmek istediklerini yapmaya enerjisini, daha doğrusu cesaretini kırmasıdır. Tersi empoze edilse de her insan isteklerini elde etme kapasitesi taşır. Doğrudur; insanlar yaşamlarında bir “ortalama rahatlık” tutturduklarında bu gücü realize etmeye üşenirler, yeteneklerini ikinci plana alırlar; ama yetenek hala vardır. Kişi ciddi bir mutsuzluk tehlikesi ile karşı karşıya kalınca bu enerji saklandığı yerden çıkartılır ve aktive edilir (odaya uzaylı örümcek girince, herkes tabanları yağlamak adına, en çok kendi şaşacağı hızda koşmaya başlar).

Deliliğe gidişte ise kişi bütünü ile her şartta pasiftir. Yaşam enerjisi (yaşamaya katılma arzusu) nedensiz yere giderek azalmakta, düşmanlık duyguları çok yoğun biçimde artmaktadır. Negatif düşünceleri konusunda onu cesaretlendirecek ve ona destek verecek ortam bulduğunda aktif(!) bile olabilir. Oysa kendisi hala da ciddi biçimde güçsüzdür.

Üzülerek ve altını çizerek söylemem gerekir ki (medyada yer alan "haberlerden",3 şarkı sözlerine; roman konularından, film senaryolarına dek) çevrede görülenlerin hepsi başarısızlık, hastalık, felaket, elem, keder, ayrılık, savaş, saldırganlık ve çaresizlik üzerineyse; PE celp edecek iç temsili oluşturmak zordur. (R. Şanal’ın dediği gibi: “Nasıl yaşayacağımız, nasıl koşullandığımıza bağlıdır”.)

NE ilk fark edildiğinde ciddiyetle önlem alınmazsa, beyindeki olumsuz elektrik (NE) kimi zaman kişinin bir başına, ya da -örneğin bizim metotlarla, hatta maji ile- aşamayacağı kadar çığırından çıkabilir. İşte o zaman uzmanlardan yardım almanın zamanı tam da bu süreçte gelmiştir. Doktorlar ve psikologlar deccal değil, gün boyunca dertli insanlarla uğraşıp onları daha kaliteli bir yaşama ulaştırma hedefi gibi zorlu bir alanda hayatlarını kazanmayı seçmiş kişilerdir. (Bizim eleştirimiz bu kişilere gereksizce başvurulması ve gerçek olmayan, ya da geçici durumların “ruhsal sorun” ya da daha kötüsü “kişilik bozukluğu” başlığı altında ambalajlanıp adamın kafasına sokulmasıdır.)

Toparlayayım: Delilik/çılgınlık kadar, olağan sıkıntılar/bireysel güç ve dış destek ile aşılamayacak, uzman yardımı gerektiren sorunları birbirinden dikkatle ayırmak ve her birinin farklı yaklaşımlar (çözümler) gerektirdiğini bilmek belki de yaşamda öğrenilmesi en yararlı ders olacaktır.

“İzniniz olursa” cümlesi ne güzel bir söz. Ben de bu sözü sıklıkla kullanırım. Tabidir ki bu sözü söylemenin gerisinde boynu bükük bir "iane dilenme girişimi" yoktur. Bu söz ve benzerleri, saygı duyulan ya da sevilen birinde gönül hoşluğu yaratmak, bir diğer deyişle gönül almak, özgür irade ile anlaşmak adına kendini bir adım geri çektiğini, karşısındaki kişiye yol verdiğini belirtmek anlamındadır.

Bu gibi sözleri söylemek (nazik olmak) asıl yürekliliktir; çünkü bir anlamda kişi alanının kapısını diğerine açmıştır… ve açık kapıdan negativite de girebilir… örneğin karşı taraf kapı açma eylemini kolay istila edilecek bir ülke olarak görme hatasına düşebilir. Gerçek anlamı ile (yani şekilcilikten uzak amaçlarla, bütünleşmek adına) nazik olmaya özen gösteren kişi, daima bu tarz saldırılara hazırlıklıdır. Böylesi olumsuzluklarla karşılaşınca şaşmaz, gocunmaz, önce biraz bekler (insanlar hata yapabilirler ve hata ile art niyet farklı şeylerdir), saldırı sürerse kapısını o kişiye kapatıverir.

Bu imkanı her zaman vardır.

Ama kapısı diğerlerine hala da açıktır.

Güç; olabilecek her seçeneği önceden kestirmek kadar, yüzleşilen sorunlardan kolayca kırılıp yön değiştirmemekle ilgilidir.

Sizin gibi -kartlarını doğru oynayabilirse- gelecekte önemli biri olacağına inandığım -bir anlamda- “zorlu” bir delikanlıda (unutmayın, zorlu karakterler, zor yollarda ilerlerler) nezaket görmek, verdiğimiz emeğin bizi mutlu eden bir meyvesidir… çünkü yaratmaya uğraştığımız model budur.

Teşekkür ederim.



DİP NOTLAR

Bizim yakın olmamamız, disiplinin hatalı ya da zararlı olduğu anlamına gelmez. Sözlerimiz sadece -araştırmalarımıza dayalı- inançlarımızla sınırlıdır.

Bu konuda popüler bir sosyal medya sitesinde "Bakkala Göndererek Depresyon Kırmayı Başarabilen Güzel Varlık: Anne" adlı hoş bir yazı okumuştum.

Kişisel görüşümdür, üzerinde durmayın, ama demeden edemeyeceğim: Bir uzaylıya TV kanallarının ana haber kuşağı izletilse ilk düşüncesi cehennem düştüğü olacaktır. Yaşama -gün boyunca hiç bir olumlu gelişim olmuyormuş gibi- salt olumsuz yaklaşım gazeteciler tarafından "E, biz ne yapalım, bunlar oluyor?" şeklinde savulsa da, bu “haberler” ile sıradan insanın yaşamında yüzleşme oranı ortalama yirmide, ya da otuzda birdir. Hatta kimi insan bu tarz olaylarla yaşamı boyu HİÇ karşılaşmaz. (Aynı durum kitap ve filmler için de geçerlidir.) Oysa bu olaylar beyinlere her gece (dikkat buyurun HER GECE) enjekte edildiklerinde, söz konusu olumsuz durumlarla karşılaşma oranı sıfır olan bir kişi bile, giderek karşılaşmışlar kadar korkacaktır.

"Dünyayı yöneten bilmem kaç aile" şeklindeki komplo teorilerini bırakıp, PE celp etmek isteyen herkesin bu reel tehlikelere karşı ciddiyetle önlem almaları gerektiğini düşünüyorum.


ANA SAYFA    |    Sorular    |    Astroloji    |    Kuantum    |    Ezoterizm    |    Filmlerimiz    |    İletişim

Dizayn: JANUS722.com    |    © 2015 -