722 Sistemi Majikal Eğitim
Pozitif Enerji Eğitimi
Astroloji Eğitimi
DANIŞMANLIK
SİTEYE ÜYE OLUN
Güncellemeleri hemen haber alın,
üyelere özel sayfalara girin.
ÜYE GİRİŞİ

BU SAYFAYI PAYLAŞIN! >>

Majikal Eğitim Alın | Eğitimin Programını İnceleyin

JANUS'A SORUNUZU İLETİN!

KUANTUM ve BİLİM

SORULAR ANA SAYFA | TÜM KUANTUM ve BİLİM SORULARI

Maji | Pozitif/Negatif Enerji | Kuantum ve Bilim | Ezoterizm | Ruhsal Sorunlar | Reenkarnasyon/Ölüm Ötesi/Rüyalar | Astroloji | Fal/Tarot
Müslümanlık | Farklı İnançlar | Yaşam ve İlişkiler | Özel İlişkiler | Janus

SON EKLENEN SORU        |        TÜM SORULAR        |        JANUS'A SORUNUZU İLETİN!        |        ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

20 Kasım 2020
bir insanin çok zorlu kosullarda dogmus olmasi onun için bir haksizlik degil mi?

Iyi aksamlar Janus Bey. Nasilsiniz? Tam da hak kavrami ile ilgili bir soru sorucaktim size, siz ise en son yayinlanan soruya cevabinizda hakli olmak ya da haksiz olmak, hak etmek ya da etmemek diye bir kavram yok demissiniz. Bunu açiklar misiniz? Müslüman biriyim, Allah'in Kuran-i Kerim'de en çok üzerinde durdugu konunun hak ve adalet oldugunu görüyorum. Sizce kendi ellerimiz ile yapip ettiklerimiz sonucu (sizin deyiminizle negatif enerji) ortaya çikan hatali sonuçlari biz hak ettik, böyle davranmamaliydik tarzinda bir ders çikarmak yanlis mi, yoksa bunun üzerinde dahi mi düsünmemeliyiz çünkü düsünmek bile negatif enerji yayacaktir. Öyle mi? Ya da bir insanin çok zorlu kosullarda dogmus olmasi onun için bir haksizlik degil mi? Ve hayatini hep mutsuz geçirmek zorunda kalmasi? Yok haksizlik degil derseniz böyle insanlar için üzülmeyi birakacagim. Bunda samimiyim çünkü elimde olmadan çevremde gerçekten zor hayatlar içinde yasayan kisiler için çok üzülüyorum ve yardimci olmaya çalisiyorum. Lütfen bundan dolayi kendime övünme payi çikardigimi sanmayiniz ben cidden çok üzülüyorum ve kendimi yipratiyorum ve ister istemez söyle diyorum bu insanlar, bu çocuklar bunu neden hak ettiler? Siz ne dersiniz?

Tesekkür ederim, saygilar.

YANIT

YANITIMIN BİLİMSEL AÇIKLAMASINI İÇEREN bölüm metnin sonundadır.

Müslümanlık hakkında hiçbir araştırmamız yok. Kuran üzerine var. Ancak Müslümanlık; tarihi, geçmişi, peygamberinin yaşamı, eylemleri gibi konular hakkında da yapılması gerekli kapsamlı bir araştırma konusudur. Biz paganistiz. İtiraf etmem gerekir ki yıllar boyu –bazı aydınlar gibi- Müslümanlık karşıtı bir tutumdaydım. Sonra “hasb-el kader” bir araştırma sırasında bir ayet ile karşılaştım; bizim teorilere paralelliği ilginç geldi. Sonra bir tane daha… bir tane daha çıktı karşımıza… Giderek ayetlerin sayısı artınca, içeriğin bizim teoriyi bizden güzel anlattığını gördük. Etkilendik… İyiliğe (keyifli, doyum dolu, eğlence yüklü, dinginliğin de bulunduğu güzel bir hayata) ulaşma yolları belki farklıdır, ama hedef tektir. İnsanları inançlarından “Hayır, benimki iyi, kendi iyiliğin için benim gibi ol” ittirmecesi ile zorlamak büyük yanlıştır. Onlara kendi inançlarında –belki fazla fark etmedikleri- güzellikleri göstererek ortak paydada buluşmaya çalışmaktan başka da bir ederim yok. Bu yüzden Kuran’da neden böyle denmiştir, hedef nedir gibi sorular beni aşar.

Ancak aklımda olanları yine de paylaşayım: Hak esması ("Varlığı değişmeden duran"), bize göre tüm kuantum evreninin asla bölünmeyecek olan bütünlüğüne ve bizlerin –her ne kadar bir süreliğine ayrı kalmış olsak da- (ki, bu bir rüyadır, kabustur aslında, kopma yoktur) hala onun parçası olduğumuz gerçeğine gönderme yapar.

Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” sözleri hatalı anlaşılmış olsa da, bu gerçeğin özetidir. Hameroff’un “Kuantum uzayının ful estetik değerlerle dolu olan katmanı”, Bohm’un Implicate Order’ı burasıdır. Sir ünvanlı teorik fizikçi Penrose bu alana non computable Proto-Consciousness adını verir. Yani non-computable sözleri ile çaktırmadan “Arkadaşlar, boşuna formül yazmaya kalkmayın, bilim burada “foslar”. Orada bir şey var, compute edemezsiniz, ölçmeye-biçmeye çalışmayın, bunu bir kere olsun olduğu gibi kabul edin” demektedir.

Bize göre "Hak" esması, makrokozmos popüler kavramı “adalet” kavramı ile ilişkilendirilse de, belki de ona fazla yakınlığı olmayan, özde bambaşka yapıda bir gerçeğe işaret etmektedir. Ayrıca bana göre Müslümanlık katı adaletten çok, esnek bir iyilik dinidir. Hac, namaz, kurban, oruç, tesettür, cihad vb. eksenine çekildiği için pek bilinmese de, uğranan haksızlıkların biraz "sineye çekilmesini" önerir bir çok ayet. Zaten PE yüklü alanları olanlar -dalga boylarının genliğine koşut miktarda- haksızlığa uğramazlar, haksızlıkların yoğunlukla var olduğu ortamlarda (evrenlerde) yaşamazlar.

“Sizce kendi ellerimiz ile yapip ettiklerimiz sonucu (sizin deyiminizle negatif enerji) ortaya çikan hatali sonuçlari biz hak ettik, böyle davranmamaliydik tarzinda bir ders çikarmak yanlis mi, yoksa bunun üzerinde dahi mi düsünmemeliyiz çünkü düsünmek bile negatif enerji yayacaktir. Öyle mi?”
“Yaşanan olumsuzlukları hak ettik” yaklaşımı suçlayıcı Tevrat jargonudur. Öncelikle kendimizi suçlamayı bırakmamız gerekir; çünkü suçlama (yoğun aldırmazlık kadar) NE celp eder. Şöyle bakalım olaya: Her şey fiziktir. Elimize firkete alıp prize sokarsak elektrik çarpar. Buna “Şeytan bana kötülük etti, elektrik şeytandır” veya “Firketeyi sokarsan elektrik çarpar, hak ettim bunu, ne biçim bir aşağılık şeyim” yaklaşımları ile bakmak doğru değildir. Yerine, “A-a, demek ki firketeyi prize sokunca canım yanıyor, o zaman bir daha sokmayacağım, yine de dalgınlık edebilirim, insanım, ama sokmamaya, dikkatli olmaya da çalışacağım” bakışı doğdurur.

Düşünmemek (bizim sistemin temeli) tabidir ki sürekli umursamaz bir gevşeklikle gezmek değildir. Düşünmemek imkansızdır. Ancak sorun karşısında yapılan yanlışları gözlemeye çalışmak ile, sürekli SORUNLARI düşünmek farklı şeylerdir. Sorunlar ne sürekli düşünülecektir, ama ne de hiç düşünülmeyecektir. Sorunlara bakıp hatalar –rahatça, suçluluğa kapılmadan- gözlenecek, giderme metodu saptanacak, hemen uygulamaya geçilecek ve bir daha üzerinde fazla durulmayacaktır. Öne sürdüğümüz “düşünmemek” bu kadardır. Ve evet; sorunu düşünüp durmak kesinlikle NE envoke eder. Bu yüzden sorunları –dertleşmek adı altında bile- anlatmak (anlatmak, düşünmek olmaksızın yapılamaz) çok tehlikelidir.

“Ya da bir insanin çok zorlu kosullarda dogmus olmasi onun için bir haksizlik degil mi? Ve hayatini hep mutsuz geçirmek zorunda kalmasi?”
Hayır değil. Önceki yanıtlarımda defalarca –bilimsel verilere göndermeler yaparak- anlattığım gibi kaderde hata olmaz. Kader, (geleceğe yön verecek ETC ve QM teorilerine göre) aslında bir EM alan olan ruhun frekansına uygun yerde maddeleşmesi (kuantum dilinde “dalga fonksiyonu iken çökmesi ve parçacık olması) anlamındadır. Frekans ne ise kader odur. Hayat hep mutsuz geçiyorsa bu iyi haber değildir; çünkü kişinin beyin elektriğini rafine edemediğine işarettir. Değişim (karakterdeki ve hayata bakıştaki değişim) esas amaçtır. Pozitive olundukça kader iyileşir.

İki ayet paylaşmama izin verin:

Şura 30
Basiniza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çogunu affeder.

Zümer 53
De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder.

Ama her şeyi bir üst otoriteden beklemek kolay iştir. İşin berbat yanı, kaçınılmaz şekilde terslikler yaşandığında kişinin elinde kalanın onu suçlamak olmasıdır. Bastleştirelim: Her şeyi, bir odak veriyorsa, yoksunluk anında yapılacak tek şey o her şeyi veren odağı suçlamaktır. İşte bu hatalı görüş yüzündendir "Beni neden yarattın?", "Beni oyuncak mı yarattın?", "Allahım, neydi günahım?" türküleri. :)

“Yok haksizlik degil derseniz böyle insanlar için üzülmeyi birakacagim. Bunda samimiyim çünkü elimde olmadan çevremde gerçekten zor hayatlar içinde yasayan kisiler için çok üzülüyorum ve yardimci olmaya çalisiyorum.”
Burada çok ince bir çizgi, ama –sözlerimi affedin- bir hatanız var. Yardım etmek ne kadar öncel amaç ise; üzülmemek, ondan daha öncel amaçtır. Üzülmek, kesinlikle NEnin varlığına delildir. Üzülmek sonrası yardım etmek ise yardım etme erdemini biraz zedeler; çünkü bir ölçüde kişisel olarak duyulan acıdan kaçıştır, acıyı onarma/giderme çabasıdır. Oysa üzüntü duyulmadan edilen yardım, bize göre en büyük erdemlerden olan sorumluluk almakla ilgilidir. Tabidir ki zorlu koşullardaki insan ve hayvanlar karşısında duygusuz ve kaskatı durmak da doğru bir iş değildir. Ama gönlün “dilhûn” olması ile acı çekmek farklıdır. Olumsuz koşullardaki canlılara bir ölçüde elem duymak iyi bir şey sayılsa da, sonraki adım bu duyguyu elden geldiğince sıfırlayıp, onların şartlarını –kapasite dahilinde- değiştirme hamlesidir.

“ve ister istemez söyle diyorum bu insanlar, bu çocuklar bunu neden hak ettiler?”
İlk derslerini alan öğrencilerimin öfke ile bana sordukları popüler bir sorudur bu: “Çocukların ve hayvanların kabahati ne?” Çok üzülerek söylemem gerekir ki özellikle çocuklar, hayvanlar, ikincil olarak kadınlar ve son olarak erkekler hakkında sürekli üzücü olaylarla karşılaşma nedeni, bakanın (ölçüm yapan beynin) beyin elektriğindeki negativitedir. Bir illüzyondur görülenler. Üzüldükçe demeyelim de, “kendini yedikçe”, bu gibi olaylarla karşılaşma olasılığı –beynin elektriğindeki negativite arttığı için- artacaktır. Acı çeken hayvan, ya da çocuk, aslında kendi evrenlerinde, kendi beyin elektrikler oranında iyi veya kötü yaşamaktadırlar. Everett’in Many Worlds teorisine göre (ki, bu teori popüler kültüre “Paralel Evrenler” olarak yansımıştır) iki milyon+ kader olasılığı “iç-içedir”. Bunlardan birine zıplatan sadece beyin elektriğinin frekansıdır. Bu nedenle aslında pozitif hayvanlar (örneğin kurtlar, köpekler, kargalar, kumrular, aslanlar, büyük baş hayvanlar, koyunlar, keçiler, yılanlar, yunuslar, balinalar, daha çok var, şu anda aklıma bunlar geldi) acı çekmezler.

Sıkıntınızı bana açtığınız ve beni okuduğunuz için teşekkür ederim. Sorunuzu dün (19-11-2020) sormuşsunuz, alel-acele elime tutuşturdular. Bilmem biliyor musunuz, tatildeyim (hem de biraz uzun sürecek bir tatilde) ve soru yanıtlamadığım için kolay soru kabul etmiyoruz. Ama sorunuz önemliydi, acı çektiğiniz belli idi, geciktirmek içimizden gelmedi. İnanın ki, iş arasında yanıtladım. (Benim tatilim yine çalışmakla ilgilidir. :) Yirmi seneden fazladır tatile çıktığımı bilmem, tatiller benim cehennemimdir.) Umarım yardımcı olabilmişimdir.

Evrene (kuantum evrenine) inanın… ters giden hiçbir şey yok… Terslikler sadece –az sonra- (ölünce) uyanacağımız, nedeni -bence- kendimiz olan bir kabus. Ancak beyin elektriğimizi pek şahane edemedikse ne yazık ki ölüm ötesinde kalmamıza imkan olmayacak, yeniden bedenleneceğiz.

Bu yüzden “Üzüntüyü bırak, kendine ve diğerlerine sorumluluklardan kaçmadan, yaşamaya bak.”

Biraz avam oldu, ama avam olan pek çok şeyde gizli bir çarpıcılık (bu duruma "gerçeği basit şekilde ifade" diyelim mi?) vardır. La Vey’in dediği gibi “avam”, çok miktarda olan ve kolay bulunan, ulaşılan (available) demektir. Ukala dümbeleği bir entel ve kendini (geçmişini) pek beğenen bir Beyaz Türk olarak bu gerçeği kabul etmem, olağan insanı (halkı, hangi partiye oy verseler de, benim kültürüme ne kadar ters düşseler de) yürekten sevmem, yıllarımı aldı…

Bu da bendenizden bir dipnot.

EK YANITIM

Kişi tuşladığı klavyeyi, klavyenin altında olan masayı, baktığı ekranı olduğu kadar, karşılaştığı tüm olay ve insanları –evrende serbest gezen kuantum parçacıklarını ile, beyin elektriğinin yapısına paralel şekilde etkileşime girerek- (ölçüm yaparak) var etmektedir. Ölçüm yapılmayan yerde (çok uzak değil, olduğumuz odada, hatta sokakta, duruğumuz yerin arka tarafında) gerçeklik yoktur; olasılıkların birbirine bulaştığı bir ortam vardır. (Ezoterizme atlayalım: Uyuduğunuzda, ölçüm yapma sona erdiği için evreniniz yok olur. Ölüm ötesine geçip, orada yaşar, yaşadıklarınızı kimi zaman rüya olarak anımsarsınız.)

Einstein bu duruma son nefesine dek karşı çıkmıştır. Bohr ile çekişmeleri meşhurdur. Oysa sonunda laboratuvar ortamında, deneysel olarak Einstein’ın yanıldığı, Bohr’un gerçekleri keşfettiği ortaya çıkar.

Hameroff: "Kopenhag yorumunu (Bohr'un kanıtlanan yorumu) uç noktaya götürürseniz, bir odada oturuyorsanız ve arkanızda asılı bir resim varsa, o zaman siz arkanızı dönüp bakana kadar resmin birden fazla yerde aynı anda bulaşık olduğunu düşünebilirsiniz. Başka bir deyişle, gözlemlenmeyen herhangi bir şey, dalga benzeri bir kuantum süperpozisyonu durumunda olacaktır."

Schrödinger de bu gerçeklere itiraz etmiş ve ünlü kedi deneyini ortaya atmış ve “Sizin teorinize göre ölçümün yapılmadığı kutu içindeki kedi ne ölü, ne diridir” demiştir. Wigner ise ona "Wigner'ın Arkadaşı" adlı düşünce deneyi ile karşılık verir ve “Kediyi geçin; kutunun durduğu odada, kutunun yanında bir bilim adamı arkadaşım var diyelim. Ben de odanın dışındayım. Bana göre kutu ve kedi değil, arkadaşım da yoktur” sonucuna varır.

Stapp, "var edişin" Ca iyonları ile ilgili olduğunu formülize eder. Bildiğiniz gibi bu iyonlar, NTlerin sagılanması ile ilgilidir.

Quantum Mind Website Articles, Henty Stapp: "Stapp, sinapslarda nörotransmiterlerin salgılanmasında rol oynayan kalsiyum iyonları gibi bazı beyin süreçlerinin kuantum mekanik olarak görülmesi gerektiğini teorize etmiştir."

Biraz abartarak "Nörotransmiter nasılsa, evren öyledir" demek mümkündür.

Stapp söz konusu "var ediş"in nedeninin The Quantum Zeno Effect (buna çok basitleştirerek "süregen ölçüm" diyelim) ile açıklar. "The Quantum Zeno is a direct consequence of the fact, pointed out by Henry Margenau, that a measurement is also a state preparation. When you measure a system and find sx = +, you have also prepared the system in state +. Dirac pointed out that if you measure a system in a known state +, it will be certain to be found in state +." Bu cümleyi İngilizce bilmeyenler için -kabaca- şöyle tercüme edeyim: “Ölçüm, durumu hazırlamaktır. Sistemi nerede (nasıl) ölçerseniz, orada bulursunuz.”

Stapp, 4 Haziran 2013'de yaptığı Milan Talk'da şöyle demiştir: "Bu nedenler yüzünden QM'da gözlemcinin özgür iradesi ile belirlenen hangi soruyu soracağı (buna "olaylara nasıl bir beyin elektriği ile bakacağı" diyebiliriz) kritik önem kazanır; çünkü hangi potansiyel maddi özelliğin gerçekleşeceğini belirleyen bu sorudur.1 QM'da gözlemci evrene -yanıtı evet veya hayır diye özetlenebilecek- bir soru sorar. Hayır olasılığının varlığı yüzünden gözlemcinin sistem üzerinde etkili bir kontrolu yoktur. Ancak kuantum yasalarına göre bu "hayır" yanıtı bastırılabilmektedir. Gözlemcinin özgür iradesi, gözlenen sistemde efektif bir kontrol sağlamaktadır. Von Neumann'a göre bu kontolu sağlayan ("hayır" yanıtını bastıran/yok eden) gözlemcinin beynidir. "Hayır" yanıtlarının bastırılması, başlangıçtaki bir "Evet" yanıtının hızlı bir konumlandırma dizisi ile var edilir."

Stapp; Mind, Matter, and Quantum Mechanics,s.93'de şöyle der: "Şans, /(ya da şanssızlık) bizim için kısmen bilinmeyen bir dünya ile başa çıkmak için yararlı bir fikirdir. Ancak doğanın nihai bileşenleri arasında rasyonel bir yeri yoktur."

Aktardığım bilgiler ışığında acı verici hisler yaratan durumlardan kurtulmanız için beyin elektriğinizi değiştirmeniz gerektiğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Oysa -üzülerek söylemem gerekir ki- acınızın düzeyi artık hırs yaratma seviyesine gelmektedir. Bu yüzden yüzleşeceğiniz olumsuz olay sayısının artacağı varsayılabilir.

Ne yazık ki bildiklerim özetle bu kadar değerli kardeşim. (İçinde olduğunuz olumsuz hislere saygı babında iki kez sizi acil şekilde yanıtladım. Başka sorunuz olursa yanıtlamam mümkün olmayacak.) Bu sözlere inanmakta zorluk çekmeniz doğaldır; yukarıda söz ettiğim gibi, Einstein bile inanamamış, inanmamakla kalmamış, gelişimi baltalamak için elinden geleni yapmış, hatta -bence- neredeyse hakarete varan sözler etmiştir.2



DİP NOTLAR

In QM, the observer’s free choice of which question to ask plays a critical role in determining which potential material property will become actualized.

Einstein'ın yanılgıları çoktur. Örneğin Kara Deliklerin var olmadığını iddia etmiş, evrenin genişlediğine inanmamıştır. Kara delikler gözlem ile, evrenin genişlediği Hubble teleskobu ile kanıtlanmıştır. Yanılgılarının -bence- en çarpıcısı (ne yazık ki bu görüşü bizlere yön vermiş, aslında yanlış yön vermiştir) ışık hızının asla geçilemeyeceği üzerinedir. Oysa çağdaş bilim evrenin genişlemesinin ışık hızını aştığını, non-lochality'nin ışık hızının ötesinde gerçekliştiğini ortaya koymuştur.

Alakasız olacak, ama eklemeden duramayacağım: Einstein ve Freud'un tanrılaştırıldığı bir kültür yapısı içinde büyümüş (beyinleri şekillendirilmiş) kişiler için PEye ulaşmanın zorlukları ortadadır.















ANA SAYFA    |    Sorular    |    Astroloji    |    Kuantum    |    Ezoterizm    |    Filmlerimiz    |    İletişim

Dizayn: JANUS722.com    |    © 2015 -